Fas notları 3: Seyyahların buluşma noktası Tanca

Tanca'dan manzaralar.
Tanca'dan manzaralar.

Rabat’ta serin bir sabaha uyanmıştık. Sabah namazının ardından hemen yola koyulduk çünkü Tanca ve Şafşavan’ı aynı günde gezecektik. Yolda bir tesiste kahvaltımızı yapmak için durduk ardından hiç durmadan Tanca’ya gittik. Tanca’ya gidişimizin birkaç sebebi vardı fakat kuşkusuz en önemli sebebi seyyahlar piri İbn Battuta’nın kabrini ziyaret etmek ve doğduğu toprakları görmekti.

  • Fas’ın kuzeybatısında olan Tanca, Cebelitârık Boğazı’nın sona erip Atlas Okyanusu’nun başladığı Spartel Burnu’nun yakınlarında kurulmuş bir şehir.
Cebelitarık kıyısında yer alan Tanca, Fas'ın Avrupa'ya en yakın şehridir.
Cebelitarık kıyısında yer alan Tanca, Fas'ın Avrupa'ya en yakın şehridir.

Fenikeliler tarafından kurulan şehir zamanla ticaretin de kalbi oldu. Kartacalılar, Romalılar ve Bizanslılar’ın hâkimiyetinin ardından Emevîler’in Ifrîkıye Valisi Ukbe b. Nâfi’ tarafından fethedildi ve Tanca’da Müslümanların hâkimiyeti başladı.

Tarih boyunca liman ticaretiyle meşhur olan Tanca, günümüzde Fas’ın turizm şehirlerinden birisi. Dünyanın farklı yerlerinden birçok turist yaz tatili için Tanca’yı tercih ediyor. Bir diğer ziyaret noktası ise İbn Battuta’nın kabri. Farklı ülkelerden yola koyulan seyyahlar büyük seyyahın kabrini görmek için Tanca’ya geliyor. İbn Battuta’nın kabrine giderken bir yandan şehri seyrediyordum. “Mağrib’in beyaz gelinciği” şeklinde vasıflandırabiliriz Tanca’yı. Şehir, eski ve yeni olarak ikiye ayrılıyor. Sahil kısmında daha modern yapıları görürken surlara doğru çıktığımızda kadim şehirle karşılaşıyoruz.

İbn Battuta'nın kabri.
İbn Battuta'nın kabri.

Kadim şehre girer girmez yürüyerek İbn Battuta’nın kabrini aramaya başladık. Daracık sokaklardan geçiyor ve bembeyaz sokakların fotoğrafını çekiyorduk. On dakikalık bir arayışın ardından kabri bulduk fakat kapısı kilitliydi. Mısır’daki mezarların anahtarlarının çevredeki evlerde olduğunu hatırlayarak İbn Battuta’nın türbesinin yanı başındaki evin kapısını çaldım. Kapıyı açan kişi yetmişine dayanmış bir amcaydı. Kendisinde anahtarın olup olmadığını sorduğumda kapıyı açacak kişinin birazdan geleceğini söyledi. Biz de bu süreçte çay içmek ve dinlenmek için Tanca’nın meşhur kafelerinden Şerifa’ya geçtik. Burası bir ressama aitti. Duvarlarda kendi çizdiği resimler vardı. Duvarlarda gördüğüm bir kişinin fotoğrafı dikkatimi çekti ve kim olduğunu sordum. Kafenin sahibi bu kişinin Fas’ın meşhur ressamı Muhammed Bin Ali Ribatî olduğunu söyledi. Hemen hayat hikâyesini araştırmaya başladım.

Muhammed Bin Ali 1861 yılında Rabat’ta doğdu. İslâmî eğitiminin ardından 25 yaşında ailesiyle beraber Tanca’ya taşındı. Burada marangozluk, aşçılık gibi çeşitli meslekler yaptıktan sonra 1903’te İrlandalı ressam John Lavery ile tanışınca hayatı değişti. Öncesinde resim eğitimi almadan yaptığı eserleri satan Muhammed Bin Ali artık Lavery’den hem işi öğrendi hem de çevresi sayesinde eserlerini daha fazla kişiyle buluşturma imkânına kavuştu. Londra, Marsilya ve Marakeş gibi yerlerde sergiler açarak namını dünyaya duyurdu. Fakat yine de aşçılığa devam ediyor ve mütevazı bir hayat yaşıyordu. 1939’da kalp krizi geçirerek vefat etti. Mağrib bünyesinde birçok ilim adamı, sanatçı barındırıyor. Toprağı eşeleyince hazinelere ulaşmak mümkün.

İbn Battuta'nın sandukası.
İbn Battuta'nın sandukası.

Çaylarımızı bitirdikten sonra yine İbn Battuta’nın kabrine doğru yürüdüm. Fakat türbe yine kapalıydı. Kapının üzerinde bir telefon numarasının yazdığını fark ettim. Aradığımda sahilde olduğunu ve on dakikaya geleceğini söyledi. Beklemeye başladım ve ziyarete gelen seyyahlarla tanışma imkânı buldum. Ziyarete gelen Fransız bir kadınla kapıda beklerken Arapça konuşmaya başladık. İlginç olan çeşitli lehçelerde anlaşabiliyor oluşumuzdu. İbn Battuta sadece seyahat etmiyor aynı zamanda seyyahları da bir araya getiriyordu. Kadınla Türkiye’den, Fas’tan ve seyahatten konuşurken türbedar çıkageldi. Besmele çekti ve kapıyı açtı. Sonradan isminin Muhtar olduğunu öğrendiğim türbedar âma ve yaşlı bir amcaydı. Bize İbn Battuta’dan bahsetti ve mezarının asıl kısmını gösterdi. Ellerimi açıp Fatiha okumaya başladığımda Fransız kadının da beni taklit ettiğini gördüm. Dinini sormamıştım belki de Müslümandı fakat İbn Battuta’nın yaptığı işin önemli bir tebliğ vesilesi olduğunu ilk defa orada düşündüm. Dünyanın farklı yerlerinden, farklı dinlere mensup insanların bir Müslümanın kabrini ziyaret ediyor oluşu belki de onun salih niyetine delalettir kim bilir. İnşallah bu ziyaretler vesilesiyle sadaka-i cariye sevabı alıyordur.

Tanca sokakları.
Tanca sokakları.

Kanaatimce İbn Battuta’nın öğrettiği bir diğer önemli şey seyyahlık kültürüdür. Seyahat ettiği yerleri okurken salt olay örgüsü veya tarihsel anlatı görmüyoruz. Gittiği yerlerin kültürünü detaylı bir şekilde kaleme alarak geleceğe bir miras bırakıyor. İnsanların sosyal statüleri, taktıkları takılar, kıyafetleri, yemekleri gibi birçok unsuru kaydederek geniş bir çerçeve çiziyor. Aynı zamanda gittiği ülkelerdeki âlimleri ziyaret etmesi, ders halkalarına katılması ve isimleriyle beraber not etmesi bize ders olmalı. Tercüme eserlerin bu kadar yayıldığı, internetten diğer ülkelerdeki âlimlerini ve davetçilerini tanıma imkânı bulduğumuz dijital çağda bahane aramamalıyız. İbn Battuta’dan alınacak daha nice ders var. Biz şimdilik seyahatimize devam edelim.

Surların dışına doğru yürüyerek Atlas Okyanusu’nu seyretmeye gittik. Burada ufak bir çarşı bulunuyor. Çarşı dediğime bakmayın seyyar satıcıların bilezik, kartpostal gibi turistik ürünleri sattıkları bir alan. Atlas Okyanusu’na karşı bir kahve içtikten sonra artık Malabata Feneri’ne doğru yol alabilirdik.

Malabata Feneri'nde Akdeniz ve Atlas Okyanusu.
Malabata Feneri'nde Akdeniz ve Atlas Okyanusu.
  • Malabata Feneri, Akdeniz’le Atlas Okyanusu’nun birbirine karışmadan buluştuğu nokta olarak biliniyor.
  • Rahman Suresi’nde geçen bir ayetin tecellisi olduğuna da inanılıyor bu bölgenin. Rahman Suresi’nin 19,20 ve 21. ayetlerinde şöyle buyruluyor: “Suları acı ve tatlı olan iki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar. Fakat aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar. O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

Ayetin tecelli ettiği bir yerde olmak bize Allah’ın büyüklüğünü ve kudretini tekrardan hatırlattı. Öyle ki uzunca ve hayranlıkla bahsi geçen yeri seyrettik. Vermiş olduğu nimetler için şükrümüzü eda ettik. Kul olarak acizliğimizi fark ettik. Kâinata ibret nazarıyla bakıldığında yaratılıştaki mükemmelliği hissetmemek mümkün değil.

Tanca’dan ayrılmadan önce, İspanyollar tarafından işgal edilen Fas toprakları Sebte ve Melilla’dan da biraz bahsetmek gerekir. Fas’ın kuzeyinde Cebelitârık Boğazı’nın Akdeniz’e açılan kısmında bulunan Sebte, Müslüman coğrafyacıların dediğine göre ismini Hz. Nûh’un torunu Sebt b. Yâfes’ten alıyor. Sulh yoluyla Müslümanların eline geçtikten sonra İslâm ordularının Endülüs’e geçişinde kullandıkları ana üs olduğu için “cihad kapısı” olarak vasıflandırıldı. 1415 yılında Portekizliler tarafından işgal edildi. Müslümanlar tarafından çeşitli geri alma denemeleri olsa da bunlar başarıya ulaşmadı. 1581 yılında İspanya’nın Portekiz topraklarını ilhak etmesiyle Sebte’nin hâkimiyeti İspanya’ya geçti. 1912’de Fas’ın Fransızlar tarafından işgal edilmesinin ardından içerisinde Sebte ve Melilla’nın da bulunduğu Rif bölgesinin İspanya’ya bırakılması tepkilere yol açtı. Abdulkerim Hattâbi öncülüğünde İspanya’ya karşı direniş başlasa da beş yıl sonra Abdulkerim esir alındı. 1956 yılında Fas bağımsızlığını kazanınca İfni, Sebte ve Melilla dışında hâkimiyetini kaldıran İspanya, 1969’da İfni’yi de Fas’a devretti fakat Sebte ve Melilla’yı devretmedi.

  • İki ülke arasında anlaşmazlıklara sebep olan Sebte ve Melilla hâlâ İspanya’nın işgali altında bulunuyor. Tanca’dan bu iki bölgeyi çıplak gözle görmek mümkün.

Tanca seyahatimizin sonuna gelmiştik. İbn Battuta’nın kabri ve Malabata Feneri’nin yanı sıra kuzeyin gelinciği olarak vasıflandırılan şehrin kadim sokaklarını görmek çok güzeldi. İyi bir plan yapıldığı takdirde Tanca’ya birkaç saat ayırmak yeterli diye düşünüyorum. Tren imkânının olması da ayrıca Tanca’ya seyahati kolaylaştıran bir unsur. Kuzeyin gelinciği, seyyahların buluşma noktası Tanca’yı ardımızda bırakarak Rif Dağları’nın mavi gerdanlığı Şafşavan’a doğru yola koyuluyoruz.

Fotoğraflar: Burak Çetik